Arslania 2 yaşında!

Öyle dar bir zamana denk geldi ki ikinci yıl, ikinci yıl derken aslında bu yazıdan bahsediyorum, bu seferlik birkaç satır yazıp, kısa tutmak zorunda kalacağım sanırım. Gecenin 4’ünde anca yazabildim bu yazıyı. Sabah uyanırsam daha doğrusu şimdi uyuyabilirsem Medeni Hukuk finaline doğru yol alacağım ilk olarak neyse efendim..

Bundan tam iki sene önce Herkese Merhaba diyerek açmışız gözlerimizi, derken 1. yıl olmuş ve Arslania 1 yaşında diyerek paylaşmışız siz değerli okurlarla. Aradan geçen iki yıl çok şey kazandırdı, bunların başında unutulmaz dostluklar yer alıyor..

Arslania’nın ve benim üzerimde o kadar çok insanın emeği var ki buraya bir liste oluşturmaya çalışsam belki de “Arslania 3 yaşında” yazısına anca yetişir. Taslağı şimdiden hazırladım, dar zamana gelse bile baya uzun oldu yani :) Son aylarda yeterince vakit ayıramıyorum, hatta hiç yazamıyorum; ama “Ali ne yapıyor acaba?” diye merak eden arkadaşlar olunca selam vermek adına bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Yoksa ben ne anlarım blog tutmaktan…

Belki de birçok arkadaş blog sayesinde tanıdı, bir kısmı WordPress Rehberi bir çoğu WordPress Kitabı ve sosyal medya derken mutlu anlarımı paylaşmak istediğim; mutluluğuma mutluluk katan o kadar değerli insanlar var ki. Gecenin bu saatinde kafayı toparlamak zor, işin sonunu yine aşka bağlarsam dayanamam yani :)

Şöyle dönüp bir bakayım geçmişe; blog deyince, aklıma gelen ilk isimler vardı. Bir zamanlar sitelerine yorum yapmaya çekindiğim insanlar; abilerim gibi sevdiğim büyüklerim oldu. Başta bu blogun açılmasına vesile olan değerli ağabeyim Erhan Yakut olmak üzere herkesin böyle bir abisi olmalı dediğim ve acısıyla tatlısıyla her daim rahatsız ettiğim Hamza Şamlıoğlu‘na ve tasarım deyince akla gelen ilk isim Hasan Yalçın‘a;

Hayatın her anında bir telefon kadar yakında olan ve ne zaman ihtiyacım olsa yardıma koşan Beyazıt Kölemen‘e (ince bir detay var burada tabi, sokakta kimselerin olmadığı bir günde nerden buldun sen o çiçekçiyi sorusunu sormadan duramadığım, bugüne kadar kimseye çiçek almasa da bana çiçek alan (yanlış anlaşılmasın çiçek bana değil, benim için alındı :));

Beyazıt sayesinde görüşme şansı bulduğum çok değerli dostum, günlerce sabahlara kadar projeler peşinde koşturduğum ve dertlerimi paylaştığım; beraber ağlayıp beraber güldüğüm ve her anımda yanımda olan Enes Ateş‘e, sabahlara kadar projelerle uğraştığım bir diğer güzel insan Hüseyin Emanet‘e;

“Blog yazarak dostluk mu kurulur?” sorusunun cevabını en güzel şekilde veren, yüce şahsiyetler; Ahmet Orhan‘a (bana niye  üvey evlat diyor anlayamadım ama abiden farksız, üniversite sınavına çalışırken beni motive ettiği günler geldi aklıma, hey gidi günler hey..); içtenlik kavramının ne olduğunu yaşatarak öğreten kıymetli büyüğüm Caner Öncel‘e (Caner yazdım buraya; ama herkes Egonomik olarak bilir ya da Cüneyt abinin unoffical fan sitesi diyelim:));

Gecenin yarısında Gtalk’ta birden hoplaya zıplaya “kanka naber” diyerek, güneşin doğuşunu seyrettiğimiz (aradaki yerel saat farkını, gönüllerimizin bir olmasıyla telafi ediyoruz, yoksa 40dk oynuyordu bir zamanlar) Murat Yıkılmaz‘a; üniversite sınavına hazırlanırken verdiği taktiklerle yatarak hukuk kazanmama katkıda bulunan Gülşah Semiz‘e (bu yollardan geçmiş kendisi, o değil de iyi ki sosyali en sona bırakmışım yoksa baştan hayal kırıklığı olurdu :));

Ha, pardon! sanırım birisini unuttum; olur mu öyle şey nasıl unuturum ben O’nu. Bu kadar değerli insana teşekkür edip de, blogda o yazmaya çalıştığım aşk yazılarının sebebi olan En Değerlim’e teşekkür etmezsem olmaz tabi. :) Hayatınız boyunca hep sizinle olmasını istediğiniz insanlar vardır ya, hani basit kelimelerin arkasına saklanarak; O’na karşı hissettiklerinizi anlatmaya çalıştığınız. Bir o kadar temiz kalbiyle bu serüvende bana bir ömür eşlik eden (inşallah diyelim, dualarınızı da alalım) “her şeyi ona yazdığım” kişiye. Onun da web sitesi var; ama şimdi adresi paylaşırsam olmaz :)

ve gecenin bu saatinde ismini hatırlayamadığım tüm değerli kişilere ve bu yazıyı okuyan/okumayan herkese çok ama çok teşekkür ederim, iyi ki varsınız. Söylediğim bir söz vardı o geldi aklıma, iki sene; bir ömür diye. Blog için söylememiş olsam da bu sözü, zamanın ne kadar çabuk geçtiğini anlatmaya yetiyor bana.

Bu yazıya yazacağınız her yorumun, her satırı benim için ayrı bir önemli diyerekten veda ediyorum. Bu yazıya ayırdığınız vakit için teşekkür eder, kafanızı şişirdiysem özür dilerim efenim.. Kısa bir süre sonra görüşmek ümidiyle..

Madem koskoca iki seneyi devirdik, bir çekiliş yapmazsak olmaz tabi ki :) Yakında, çok yakında..

30 yorum

Burak Üçüncü için bir cevap yazın Cevabı iptal et

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.